1927 yılında Büyük Dörtler‘i yayınlamasının ardından Agatha Christie büyük bir bunalım sürecinden geçer. 1926 yılında ölen annesinin üzüntüsünü henüz üzerinden atamamıştır ve eşinden de ayrılmak üzeredir. Kızıyla beraber uzaklaşmak amacıyla Kanarya Adaları’na gider. Yazmaya yönelik bir isteği olmasa da paraya ihtiyacı vardır; yayınevlerinin ve okurların beklentisini karşılayarak para kazanmak tek seçeneğidir. Bu yüzden Mavi Trenin Esrarı romanını yazmaya zorunlulukla başlar. Daha sonradan o günlere dönüp baktığında, otobiyografisinde yazım sürecini şöyle anlatır:
Bu isteksiz ve zorunlu yazıma rağmen Mavi Trenin Esrarı 1928 yılının Mart ayında yayınlandığında The Times Literary Supplement ve The New York Times başta olmak üzere birçok kaynaktan olumlu eleştiriler alır. Yazarın otobiyografisinde kitaba “ondan hep nefret ettim” sözleriyle atıfta bulunmasına karşın, eleştirmenlerin ortak kanısı kesinlikle en kötü Agatha Christie hikayesi olmadığı yönünde birleşir. Büyük Dörtler’in ardından okuduğum için, ben de bu görüşe katılmadan geçemem.
Kitaba olay, zaman ve mekan yönünden baktığımızda, yazarın bu kitaptan çok sonra, 1934 yılında yayınladığı ünlü romanı Doğu Ekspresinde Cinayet’te (Murder on the Orient Express) olduğu gibi bu kitapta da cinayetin bir trende işlendiğini ve ünlü dedektifimiz Hercule Poirot’un tesadüf eseri orada olduğunu görüyoruz. İki kitabın mekan ve zaman olarak farkı ise, bu kitabın adını gölgede bırakarak olayın öncesini ve sonrasını zaman atlamalarıyla oldukça farklı mekanlarda işlemesi diyebilirim. Bu da hikayenin daha çok gizem kazanmasına ve sonun tahmin edilebilirliğinin zorlaşmasına katkı sağlıyor. Kim bilir, belki de yalnızca bir trende geçecek cinayet romanı yazma fikri Christie’nin aklına bu romanı yazarken gelmiştir ve 8 yıl sonra hayata geçirmiştir.
Kitap seri içerisinde kronolojik olarak Roger Ackroyd Cinayeti‘nin (The Murder of Roger Ackroyd) hemen sonrasında geçiyor. Yine dedektifimiz Poirot’un emeklilik dönemidir ancak kendisi tesadüf eseri denk geldiği bu olayda polise yardımcı olmaktan geri durmaz. Okuyucu bilir ki Poirot ne derse desin hiçbir cinayet olayına el atmaktan geri duramaz, yine de o bu durumu kitapta gururunu yansıttığı kendi sözleriyle açıklar:
Kitapta benim özel olarak dikkatimi çeken ve en çok beğendiğim detay, delil sayısının çok fazla olmasına karşın Poirot’un bu delilleri bir bir çürütmesi ya da delil olarak kabul edilenlere karşı deliller ortaya sürmesi oldu. Olayı adeta bir savcı tarafsızlığında yönetip, bir savcının yapması gerektiği (ülkemizde asla yapılmadığı) gibi sanıkların hem lehlerine hem de aleyhlerine deliller topladı ve kullandı. Aslında diğer Poirot romanlarında da görülen bu durum, bu romanda yazar tarafından oldukça fazla öne çıkarılmış ve hikayenin işleyişine büyük katkı sağlamış.
Ülkemizde tüm Agatha Christie kitaplarını dilimize kazandıran Altın Kitaplar‘dan yayınlanan romanın temeli aslında yazarın 1923 yılında yayınladığı Plymouth Ekspresi (The Plymouth Express) isimli kısa hikayesine dayanıyor. Bu roman için, hikayenin daha genişletişmiş versiyonu diyebiliriz. Bu hikayeyi okuyup ardından romanı okumak isterseniz, hikayeyi Poirot’nun İlk Davaları isimli öykü derlemesi kitabında bulabilirsiniz.