Kategoriler
Kitap

Herkes Herkesle Dostmuş Gibi – Barış Bıçakçı

Barış Bıçakçı’nın ilk romanı Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, insanları oldukları gibi gözlemenizi ve anlamanızı sağlayan güçlü bir yapıt.

Değerlendirme: 3.5 / 5.

Barış Bıçakçı, son dönem Türk edebiyatının az sayıdaki sevdiğim yazarları arasında yer alıyor. Sıradan ve temiz insanları anlattığı romanlarının dikkat çekici bir özelliği vardır. Okuyucuyu alıp, anların ortasına bırakacak kadar gerçekçi ve basit ifadeler içerirler. Üstelik öyle bir bırakır ki okuyucuyu anların içerisine, kirletmekten korktuğunuz için hiçbir şeye temas edemeyiz. Bir şeyler öğrendiğiniz, bir parçası gibi hissettiğimiz insanları oldukları gibi gözlemler ve ayrılırız o anlardan… 2002 yılında İletişim Yayınları‘ndan çıkan ilk romanı Herkes Herkesle Dostmuş Gibi de, bu hissi arka arkaya sayısız kez yaşattığı, en özel kitaplarından diyebilirim.

Romanda, birçok farklı karakterin mini öyküleri arasında geçiş yaparak, Ankara’da bir dış mekan gezisi yapıyoruz. Bu gezide, insanlar arasındaki iletişimsizliğe ve bu iletişimsizlikten doğan küçük sorunlara tanıklık ediyoruz. Üstelik tüm bu mini öyküler birbirleri ile bağlantılı bir şekilde, geçişleri hissettirmeyecek kadar bütün olarak karşımıza çıkıyor. Odak noktasında olan ya da daha fazla bahsedildiğini söyleyebileceğim bir ana karakter yok ancak tek okumada bitirilebilecek kısa roman sona geldiğinde, kendimizi yeniden ilk karakterlerden birisine tanıklık ederken buluyoruz.

Kitabın önemli özelliklerinden biri, yazarın daha sonra yayımlanacak olan eserlerinin kişilerine bu kitapta yer vermesidir. Bu yönüyle Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, bir Bıçakçı kişileri kataloğu olarak da ele alınabilir. Karakterlerin metinler arasındaki gidiş gelişlerinin onlara “gerçeklik” kattığına inanan Eco, şöyle der: “Kurmaca karakterler bir metinden ötekine göç edebildiklerinde, gerçek dünyada yurttaşlık hakkı elde etmiş ve onları yaratan anlatıdan bağımsız hale gelmiş olurlar” (2009, s.144). Bıçakçı da farklı metinlerde görev vererek karakterlerinin canlılığını artırır. Herkes Herkesle Dostmuş Gibi‘de yer alan kişiler arasında, Veciz Sözler‘in Hasan ve Sulhi’si, Bizim Büyük Çaresizliğimiz‘in Ender ve Çetin’i, Sinek Isırıklarının Müellifi‘nin Nazlı ve Cemil’i de vardır. Bıçakçı, diğer romanlarının baş ve norm kişileri olan bu karakterlere ilk yapıtında yer verirken aslında, Ankara’yı kendi kurgu dünyasını yansıtan küçük bir kasaba haline getirir. Bu küçük kasabada “herkes herkesle dostmuş gibi”dir ancak değildir.

Bütün Kapıları Ankara’ya Açılan Yazar: Barış Bıçakçı, Ülkü Eliuz, Ankara Araştırmaları Dergisi 2017, 5(1), s131-138. [1]

Çevreye Dair Farkındalık Yaratan Bir Roman

Bu kitabın bir diğer özelliği de, okuyucuya çevresinde yaşananların büyük bir çoğunluğunu fark etmeyecek kadar körelmiş olduğunu anlatması sanırım. Yolda yürürken ya da bir yerde otururken başka insanlara ne kadar kayıtsız kaldığımızı; tek başımıza hissettiğimiz bir yerde aslında ne kadar çok olay yaşandığını gösteriyor bizlere. Bitirdiğimizde, insanları yeniden gözlemlemeye başlıyor, empati için daha fazla çalışıyor Ve insanlarla iletişimimizi geliştirmeye çabalıyoruz. Sanki bunu sağlamak için yazılmış bir roman. Puanım: 3,5/5

“Yere çakılana kadar kanatlarımın olduğuna inanacağım.”

Bu inanç yetiyordu ona. Zaten hayat da yere çakılana kadar yaşanan bir şeydi. Kahramanlar için. Karşıdan karşıya geçen ve Kurtuluş Parkı’na giren kahramanlar için.

Sulhi, bir parktan diğerine geçerek şehrin bir ucundan diğerine gidebileceğini söylerdi. Tıpkı “Yüzücü” öyküsündeki havuzlar gibi. “Bu da bizim Lucinda Irmağı’mız.” Böyle benziyor işte öyküler hayata, hayatlar öykülere, öyküler öykülere, hayatlar yeter, ama yeter!

Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, Barış Bıçakçı, s30.

Not düşmek istiyorum ki, Barış Bıçakçı görünmeyi sevmeyen bir yazar. Eski birkaç portresi haricinde hiçbir yerde fotoğrafı bulunmuyor. Kendisi ile karşılaştığınızda da imza vermeyi ve fotoğraf çektirmeyi reddediyor. İnternet üzerinde hakkında bilgi yer alan birçok sayfada paylaşılan fotoğraflar da ona ait değili. Bizim Büyük Çaresizliğimiz kitabını aynı isimle sinemaya aktaran yönetmen Seyfi Teoman’a ait. Yazarın duruma karşı acı bir gülümseyişi vardır sanırım. Merak edip uzun bir araştırma yaptığımda, kendisinin birkaç fotoğrafına ulaştım. Yine de tercihlerine ve yasalara saygı göstererek paylaşmamaya karar verdim. Bu yüzden, bu yazıda yer alan kitap görselini, onun dünyasından seçtim; 1980’li yılların Kızılay’ından bir fotoğraf ile oluşturdum.

Bir Cevap Yazın