Kategoriler
Kısa Kısa

Kısa Kısa – 21

Hayat, evren ve her şeye dair kısa kısa notlar…

En son kısa kısa yazımın üzerinden üç aydan fazla süre geçmiş. Haftalık olarak yazmak istediğim bu seriyi bile ancak bu kadar yazabiliyorum. Son yazımdan bugüne, gündelik yaşantımda bir değişiklik olmadı. Hemen hemen her günüm evde geçiyor. Yemek, temizlik, market alışverişi gibi gündelik işlerin haricinde kitap okuyor ve çeşitli konularda kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Anlayacağınız, oldukça fazla boş zamanım var ve elbette ki bir kısmında aklımdakileri dökmek istiyorum.

Çoğu zaman bir şeyler yazmak için oturuyorum ama karamsarlığa kapılmadan yazamadığımı fark edip sıklıkla bırakıyorum. Ülkenin ve daha da önemlisi etrafımızı kuşatan insanların, yani toplumun geldiği nokta içler acısı… Her gün maruz kaldığımız olaylar yaşam enerjimi tüketiyor. Yıllarca bir değişim olabileceğini düşünürdüm ama artık maalesef kısa vadede, benim görebileceğim bir çözüm olduğuna inanmıyorum. Kim ne derse desin, ben de bu ülkeden umudunu kesenler arasına katıldım. Muhalefetin büyük kısmının vasıfsızlığını fark ettikçe de, bu kadar uzun süre umutla kandırılmış olmama üzülüyorum. Eskiden, en kötü ihtimalle, tüm bu saçmalıkların içerisinde huzurla yaşayabilmeyi dilerdim. Şimdi ise tüm bu saçmalıklardan kaçıp gitmeyi planlıyorum. Elimde olan tek hayatı doya doya yaşamak, aile kurmak, dünyayı gezmek gibi umutlar taşımak istiyorum. Kaçıp gideceğim. Gitmeden de, belki varsa bir borcum bu ülkeye, iyi-kötü birkaç söz söyler, fikirlerimi bırakırım diye düşünüyorum.

Son zamanlarda burada yalnızca okuduğum kitapların bazıları üzerine yazılar paylaşıyorum. Bunun sebebi, içimden gelenleri yazmaya başladığımda ortaya çıkan böyle yarı karamsar girişler işte. Tam olarak ifade edemediğim için de, yazdığımdan fazlası içimde kalıyor. Yine de bu sefer silmeyeceğim, böyle kalsın. Belki siz de aynı hissediyorsunuzdur, eksik kalanları sizin içinizdekiler tamamlar…


İstanbul'u Dolaşırken, İstanbul'u gezmek, kültürel mirasına dair bilgi edinmek isteyenler için eşsiz bir kaynak.

İstanbulluyum ve şehri genel hatlarıyla iyi bilirim. Hayat koşuşturması içerisinde fırsat buldukça gezsem de, yakın bir zamanda yeteri kadar gezip öğrenmediğimi fark ettim. Bu yüzden gitmeden önce İstanbul’u uzun yürüyüşlerle güzelce gezmek, kültürel mirası hakkında daha çok şey öğrenmek yapılacaklar listemin üst sıralarında yer alıyor. Şu sıralar birçok kaynaktan okuma yapıp, gezi rotaları planlamak üzerine çalışıyorum. Sizleri faydalandığım kaynaklardan en değerlisiyle, elmas gibi bir gezi rehberiyle tanıştırmak istiyorum.

Hilary Sumner-Boyd ve John Freely’in 1972 yılında yayınladığı İstanbul’u Dolaşırken (Strolling Through Istanbul), birçok yabancı kaynakta en iyi İstanbul gezi rehberi olarak nitelendiriliyor. Oldukça detaylı olan ve İstanbul’un yedi tepesini tam anlamıyla kapsayan bu rehberde, yapıların ortaya çıkarılma, restorasyon gibi tarihi geçmişleri de kısa bilgilerle anlatılıyor. Şu sıralar her bölümü ölümde bilgisayarım açık, yavaş yavaş okuyorum. Hem anlatılanları görsellerle birleştiriyor, hem de bahsedilenleri çeşitli kaynaklardan daha detaylı olarak öğreniyorum. Kitaptaki rotalar öylesine basit ve güzel oluşturulmuş ki, okurken insanın turist olup her rotayı tek tek, uzun zamanda gezesi geliyor. Neden olmasın?

Ayrıca, Reşad Ekrem Koçu‘nun İstanbul Ansiklopedisi yararlandığım diğer kaynakların başında geliyor. Böylesine değerli bir kaynağın hâlâ düzgün bir baskı yapmamış olmasına çok üzülüyorum. Kadir Has Üniversitesi ve SALT ortak projesinin neticesinde böyle bir baskıyla buluşabilmek harika olurdu. Halil İnalcık‘ın İstanbul Tarihi Araştırmaları ve çeşitli tarih kitapları okuduğum diğer kaynaklar. Bir de Murat Belge‘nin daha önce de okuyup beğendiğim İstanbul Gezi Rehberi‘ne bakıyorum ama o da zaten kaynak olarak bahsettiğim kitapları kullandığı için çoğu yerde biraz yüzeysel kalıyor.


İstanbul’un geçmiş dönemini, günlük yaşantılarını anlatan kitaplar tararken, Dolaptan Temaşa ile karşılaştım. Kitap siparişlerimin arasına kattığım bu kısacık hikâyeyi beğenmem ile de Türk Edebiyatı Klasikleri Dizisi içerisindeki diğer kitapların büyük bir bölümünü okunacaklar listeme koydum. Şu sıralar Ahmet Mithat Efendi’nin kitaplarını okuyor ve yazıyorum. Dolaptan Temaşa sonrası okuduğum kitaplardan henüz beğendiğim olmadı. Ahmet Mithat’ın ardından, Namık Kemal, Fatma Aliye, Ömer Seyfettin gibi ismini iyi bildiğim ama ön yargılı yaklaşarak bugüne kadar okumadığım yazarların eserlerini okuyacağım.

Eşimle kütüphanelerimiz birleşince, ortak sevdiğimiz birçok yazar olduğunu fark ettim. Marquez ve Perec gibi, Alain de Botton da bunlardan bir tanesiydi. Listemde olan ancak elimde olmayan birçok kitabı artık elimin altında, kütüphanemizde bulunuyor. İlk okuma fırsatı bulduklarım Seyahat Sanatı ve Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı isimli kitapları oldu. Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı, özellikle izinden gidilmesi gereken benzersiz bir denemeydi, çok beğendim. Paul Lafargue’ın Tembellik Hakkı ve Jules Verne’in Buzullar Arasında Bir Kış‘ı okuyup beğendiğim ve hakkında yazı yazdığım diğer kitaplardı.


Okuma ve araştırma yaptığım için, son zamanlarda genellikle bunları pekiştirmeye yönelik şeyler izliyorum. Örneğin, önümüzdeki hafta içi İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni gezmeyi planladığım için, geçtiğimiz hafta içi buradaki eserlerle ve dönemleriyle ilgili yaptığım okumaların ardından birçok video ve birkaç belgesel izledim. Bu yüzden vaktimi ayırmak istemediğim için uzun süredir izlediğim hiçbir dizi yok. Film de haftada bir diyebileceğimiz kadar nadiren izliyoruz. Yazmadığım dönem uzun olduğu için hakkında yazacağım birkaç film yok değil. Şöyle kısaca bir değineyim.

Geçtiğimiz yıl Oscar ödüllerinde de çok konuşulan Bong Joon Ho filmi Parasite, uzun süredir izlediğim en başarılı filmdi. Film boyunca beni en etkileyen şey, olayların bir noktaya kadar çok hızlı ilerlemesi ve buna rağmen izlerken sanki her şey geçmişte yaşadığım bir anıymış gibi kolayca kavrayabilmemdi. Film, gerilim, komedi ve dramayı bir arada bulunduran bir yapının yanı sıra izleyiciye “şimdi ne olacak” sorusunu her an sordurabilen inanılmaz bir kurguya sahip… İlk yönetmenlik deneyimi Molly’s Game‘i beğendiğim Aaron Sorkin‘in ikinci filmi The Trial of the Chicago 7, büyük bir beklentiyle izlemesem de çok beğendiğim bir film oldu. Oldukça komik ve yüksek tempolu filmdeki birçok sahneyi izlerken gerçekçi bulmasam da filmin ardından araştırma yaptığımda, filmde inanamadığım diyalogların gerçekten de bir Amerikan mahkemesinde yaşanmış olduğunu gördüm. Bu tiyatral mahkemenin benzerlerini ülkemizde gördüğümüz için, film bende ayrı bir anlam kazandı….

Sidney Lumet imzalı Dog Day Afternoon, gerçek bir banka soygunu hikâyesine dayanıyor. Al Pacino‘nun başrolde psikolojik problemleri olan, kafası karışık ve baskı altındaki eşcinsel bir amatör banka soyguncusunu canlandırdığı film, uzun ve delilik dolu anlarıyla dikkat çekiyor… Ercan Kesal’ın senaryosunu da kendisinin yazdığı ilk uzun metrajlı filmi Nasipse Adayız, seçim dönemlerinde yaşanan adaylık süreçlerine dair oldukça gerçekçi tespitler içeren ve bunları gerçeküstü görünse de “ironik gerçeklik” diyebileceğimiz sahnelerle yansıtan güzel bir yapım. Filmdeki absürt görünen birçok sahnenin seçim dönemlerinde gerçekleştiğini bilmek, benim için filme ayrı bir anlam kattı…

I Kılled My Mother, Nomadland, Judas and the Black Messiah ve Tully kısmen beğendiğim, ilginizi özellikle çekerse izleyin diyebileceğim filmler oldu. Nomadland ve Tully başrol oyuncuları sebebiyle izlediğim filmlerdi. Frances McDormand ve Charlize Theron‘un oyunculuklarını beğensem de, her iki filmde de bir şeyler eksik ya da fazla geldi. Özellikle Tully, evliliğe ve sıradanlığa dair harika bir film olabilecekken, fazla bir şeyler katmaya çalışan sonuyla bir anda düşüşe geçen bir filmdi.


Şu sıralar eşimle beraber gelecek zamanlarımız için gezi planları yapıyor ve gezilerimizi aktaracağımız bir seyahat bloğu düşünüyoruz. Hayata geçirmeye karar verirsek, bu, yazıya daha fazla yöneleceğim anlamına geliyor. Belki bu sayede buraya daha fazla yazabilir, bu yazıları daha nitelikli ve kısa aralıklı hale getirebilirim. Şimdilik, güzel bir Hercules and Love Affair parçasıyla veda edeyim.

Bir Cevap Yazın