Eğitim sebebiyle son 16 günümü Ankara’da geçirdiğim için yeni yazı yazmaya fırsat bulamadım. Hiç okuma yapamadığım, dizilerimi izleyemediğim ve çok sık müzik dinleyemediğim yorucu günler geçirdim. Buna karşın, gözlemlerimle ve kafamda birleştirdiklerimle gelecekte yazacağım kısa kısa derlemeleri için epey bir içerik biriktirdiğimi söyleyebilirim.
İlk olarak Ankara sahaflarına değinmek istiyorum; İstanbul’daki sahaflara nazaran inanılmaz ucuzlar. Çok vakit geçirmesem de, geçirdiğim kısa zamanda anladığım kadarıyla “sahaf kültürü” dediğimiz şeyden oldukça uzaklar. Yalnızca ticari amaçla sahaflık yapmaya çalıştıkları için gelen-giden kitap sirkülasyonları çok fazla ve kitapların gerçek değerlerini pek bilmiyorlar. Bir sonraki Ankara ziyaretimde sahafları uzun uzun gezmek için bir program yapacağım, kesinlikle tavsiye ederim.
Bu seferlik yaptığım bir saatlik kısa ziyarette listemde olan dört kitabı çantama attım. Iris Murdoch‘un Çan ve Tek Boynuzlu At romanları ile beraber, Gao Xingjian‘dan Ruh Dağı ve Bernhard Schlink‘ten Gordiyon Fiyongu Ankara sahaflarından kütüphaneme kattığım kitaplar oldu.
Giderken yanıma okumak için birkaç tane kitap alsam da, dönüş trenine binene kadar tek bir sayfa bile okuyamadım. Trende ise bir ay önce okuma listeme giren ama bir türlü okuyamadığım Ağırbaşlı İki Hanımefendi‘yi okudum. İlk modernist romanlardan birisi olarak gösterilen romanda Jane Bowles 1940’lı yılların yaşantısını çok güzel anlatıyor. Sosyolojiye ilgi duyanlara kesinlikle tavsiye ederim.
Emrah Serbes‘in merakla beklediğim yeni kitabı Müptezeller, İletişim Yayınlarından çıktı. Uğultuların, yoksunluğun ve kaybeden delikanlıların romanını en kısa zamanda büyük bir iştahla okuyacağım.
Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu‘nun çevirisini tamamladığı Harry Potter ve Lanetli Çocuk da raflarda yerini alan, okumak için heyecanlandığım bir diğer kitap; neredeyse on yıl aradan sonra gelen bir Harry Potter kitabı, çocukluğunu ve gençliğini Harry Potter ile geçiren bizler için büyük bir anlam ifade ediyor, öyle değil mi?
Feminist edebiyatı şekillendiren önemli eserler arasında gösterilen Madwoman in the Attic, Nil Sakman‘ın çevirisiyle, Tavan Arasındaki Deli Kadın ismiyle Aylak Adam Yayınları‘ndan dilimize kazandırıldı. Bu önemli eser, feminizme karşı olan, bu yüzden de anlamak için feminizmle ilgili daha çok okuma yapmayı amaçlayan bendenizin de okuma listemde yerini aldı.
Ankara’da yapacak bir şey bulamadığımız bir akşam, vakit geçirmek amacıyla sinemaya gitmeye karar verdik. Gönlümde Doctor Strange izlemek olsa da, gittiğimiz sinemada olmaması sebebiyle biletlerimizi Dağ II‘ye aldık.
Öncelikle, uzun zamandır popüler Türk filmlerini izlemeyen birisi olarak, filmin ses, görüntü ve oyunculuk kalitesine hayran kaldığımı söylemeliyim. Türk sinemasından teknik ve oyunculuk anlamında böyle kaliteli bir film görmek, geleceğe dair umutlarımı canlandırdı.
Senaryoya gelecek olursak, uyarlamada büyük bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Uyarlamada diyorum, çünkü senaryo açık bir şekilde 1998 yapımı, Türk televizyonlarında da defalarca yayınlanması sebebiyle iyi bildiğimiz Saving Private Ryan filminden alınmış.
Bence buraya kadar bir sıkıntı yok, yabancı bir filmin senaryosunu almayı ve uyarlama yapmayı olağan bir şey olarak görüyorum. Burada uyarlamadan kastım, senaryoda yer alan sahneleri özgün bir şekilde çekmek, aynı senaryoyu çok daha farklı bir şekilde işlemek ancak Dağ II’de bu ne yazık ki yapılmamış. En kaba özetle, çan kulesi yerine minare, Edith Piaf yerine Selda Bağcan koymakla senaryo özgünleştirilmez demek istiyorum. Senaryoyu sevmesem de, Türk filmi olması, teknik yeterlilik ve oyunculuklar sebebiyle IMDB puanım 7/10 oldu.
Yaşadığımız toplumun tartışmaya açık birçok yönü olsa da, iyi-kötü bizleri her gün bir şeyle şaşırttığı, tahmin edilemez olduğu büyük bir gerçek. Ne kadar dibi görürsek görelim bir şeyler oluyor ve ülkeye dair umutlarımız yeniden yeşeriyor. 10 Kasım’da Ankara’da olmak, Anıtkabir’i ziyaret edebilmek benim için çok güzel bir duygu, umut veren bir deneyimdi…
Kültür ve sanat bloğu Artful Living‘in, Çok Satanların Anatomisi isimli harika bir yazı dizisi bulunuyor. Yayıncılar ne istiyor? Basılacak kitaplar nasıl seçiliyor? Okur ne arıyor? Hangi kitaplar neden satıyor? sorularıyla doğan dizi, yayıncılar ile yapılan söyleşilerden oluşuyor.
Bir yıldız daha kaydı dünyadan, şarkılarının hatıralarımda, anılarımda büyük bir yeri olan Leonard Cohen de dünyayı geride bıraktı. Görkemli Kaybedenler uzun zamandır elimin altında, okunacaklar listemde duruyordu, bu yazının ardından parçalarını dinlerken okumaya başlayacağım…