Kategoriler
Kısa Kısa

Kısa Kısa – 22

Hayat, evren ve her şeye dair kısa kısa notlar…

Şu sıralar evde zamanımı kendimi çok sıkmadan, her şeyi üst üste bindirip sıkıştırmadan ama dolu dolu olmasına özen göstererek geçiriyorum. Şu kadar kitap okuyayım, şu işleri bitireyim, şu zamana kadar şunu yapacağım diye katı bir listem yok. Kendi adıma hayatı yavaşlatmayı seçtim ve bundan da çok keyif alıyorum. Dolu dolunun içerisinde öncelikle arkadaşlarımızı ağırlamak, balkon keyfi yapmak ve güzel yemekler yemek var. Geri kalan zamanımda okumalarla ve araştırmalarda birden fazla konuda kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Bir süredir severek yaptığım şeyleri şöyle sıralayabilirim: Yunanca öğrenmek, dünya tarihi çalışmak (özellikle Yunan uygarlıkları) ve İstanbul’un gezilecek yerleri için rotalar oluşturmak. Bunların dışında yaptığım okumalar da şu sıralar Türk Edebiyatı eserleri üzerinden ilerliyor.

Dünya tarihi öğrenirken kullandığım birinci kaynaktan, bahsederek başlamak istiyorum. Khan Academy, 2006 yılında eğitimci Salman Khan tarafından “herkese, her yerde, dünya standartlarında, bedelsiz eğitim” sloganıyla kurulan, kâr amacı gütmeyen bir oluşum. Matematikten sanat tarihine, programlamadan kimyaya kadar birçok konuda eğitimler yer alıyor. Eğitimlerin en önemli özelliği de, ezberci değil, mantığını kavratmayı ve merak uyandırmayı amaçlayan yapıları diyebilirim. Ben dünya tarihi derslerinde önce videoları izleyip genel bir bilgi sahibi oluyor, ardından da o konuyla (genelde uygarlıklarla ilgili) bir okuma listesi çıkarıp kitaplar okuyorum. Örneğin, Sümerler ile ilgili olarak izlediğim derslerin ardından Samuel N. Kramer’ın ve Muazzez İlmiye Çığ’ın eserlerini okuyarak öğrendiklerimi derinleştirdim. Bir şeyler öğrenmek istiyorsanız, bazı içerikleri Türkçeye de çevrilen Khan Academy’ye göz atmalısınız derim.


Bir önceki yazımda da bahsettiğim üzere, Türk Edebiyatı Klasiklerini okuyorum. Ahmet Mithat‘ın dizi içerisinde yayınlanmış olan altı kitabından dördünü okumuştum. Çingene ve Esrâr-ı Cinâyât’ı da geçtiğimiz hafta içerisinde okuma fırsatı buldum. Çingene, Tanzimat döneminin temel düşünceleri ekseninde etnik ayrımcılık konusunu işliyor. Roman, çingene bir kıza aşık olan ancak çingenelerin toplumdaki konumu sebebiyle bunu çevresine açıklayamayan bir İstanbul beyefendisinin ön yargıları kırmaya yönelik kendince çabası üzerinden ilerliyor. Gerçekçi bir roman olarak tanımlanıyor olsa da ben bu tanıma katılamadım. Yazarın gerçeküstü diyebileceğimiz mükemmel karakterlerini içeren bir başka beğenmediğim kitabı oldu. Esrâr-ı Cinâyât, edebiyatımızın ilk polisiye romanı olmasının yanı sıra, dönemdeki gerçek olaylara şüphe uyandıran bakışıyla da dikkat çekici bir yapıt. Yazarın okuduğum ve beğenmediğim kitaplarının ardından böyle güzel bir polisiye romanla karşılaşmayı beklemiyordum. Harika bir kurguya sahip, olayları farklı açılardan değerlendiren ve ana temaya etki eden yan hikayeleriyle de enteresan olduğunu söyleyebilirim. Dört bölümlük roman, son bölümde polisiye tarzının dışına çıkarak dağılmasa, çok daha güzel bir eser olurdu diye düşünüyorum.

Ahmet Mithat’ın ardından, dizide okuduğum ikinci yazar Namık Kemal oldu. Türk Edebiyatının ilk edebi romanı kabul edilen İntibah ile başladım ve maalesef ki kitabı zor tamamladım. Anlatımından kurgusuna, dil unsurlarından karakterlerine kadar başarısız bir edebi roman denemesi olduğunu düşünüyorum. Vatan Yahut Silistre, sahnelenmesini takip eden olaylarla dönemin siyasi, edebi ve tiyatro tarihimiz açısından en önemli eserlerinden birisi olarak dikkat çekiyor. Buna karşın içeriği bana göre propaganda ve militarist söylemlerden öteye gidemeyen bir eser. Bu yüzden beğenemedim. Bu iki eserle tanıştığım Namık Kemal’i de şimdilik hiç sevemedim.


HBO'nun başrolünde Kate Winslet'ın yer aldığı 2021 yapımı mini dizisi Mare of Easttown, 15 dalda Emmy Ödülleri'ne aday gösterildi.
Puanım: 8/10

HBO‘nun bu yılki yapımları arasında dikkat çeken ve Emmy Ödülleri‘ne 15 dalda aday olan Mare of Easttown‘ı izledik. Son yıllarda polisiye dizilerin en başarılı örneklerini ortaya koyan HBO’nun (şimdilik) son harika işi diyebilirim. Birer saatlik yedi bölümden oluşan mini dizi, konusu, kurgusu, işleyişi ve oyunculuklarıyla göz dolduruyor. Kate Winslet başrolde, diziye ismini veren Mare Sheehan karakterine hayat veriyor.

Dizi kısaca Philadelphia’nın küçük bir kasabasında yaşanan olayları konu alıyor. Kasabada dedektif olan Mare’in hayatını ve aydınlatmaya çalıştığı olayları izliyoruz. Küçük kasabada, karmaşık ilişki ağından beslenen bir gizem var. Mare hem görevi hem de herkesi tanıyor olması sebebiyle bu karmaşık ağın neredeyse ortasında yer alıyor. Onun bakışından şüphe duyuyor, tanık oluyor, hükme varıyor ve bazen de yanıldığımızı anlıyoruz. Mutlaka izleyin diyebileceğim, çok güçlü bir yapım.


Pandemi sebebiyle birçok grubun albüm çıkışlarını ertelediği müzik dünyasında, uzun süredir alamadığımız güzel haberlerden biri geldi. Iron Maiden, on yedinci stüdyo albümleri Senjutsu‘nun 3 Eylül 2021’de yayınlanacağını duyurdu. Albümden ilk gelen parça, geçtiğimiz günlerde yayınlanan The Writing on the Wall oldu. The Book of Souls albümünün soundına sahip parçayı müzikal yönden çok beğenmesem de, Adrian Smith ve Bruce Dickinson tarafından yazılan sözlerine ve Nicos Livesey yönetmenliğindeki klibine bayıldım. Grubun şanına yakışır, tekrar tekrar dinleyeceğimiz ve üzerinde düşüneceğimiz bir parça olmuş. Bara gitmeyi ne çok özlediğimi fark ettim.

Bir Cevap Yazın