Kategoriler
Kısa Kısa

Kısa Kısa – 24

Hayat, evren ve her şeye dair kısa kısa notlar…

Bir önceki kısa kısa yazımda iki aylık bir yazın arasına değinmiştim. Şimdi ise bir buçuk senelik kocaman bir aralık. O kadar uzun zaman geçti ki, nereden başlayıp nelerle bağ kuracağımı bilemiyorum. Bu yüzden, en iyisi sanırım o yazıya dönmek, geçmişin ayak izlerine basarak bir yol aramak… O günlerde İstanbul’a dair çok okuyor, şehrin farklı noktalarında mümkün olduğu kadar çok yere gitmeye çalışıyordum. Nedense, İstanbul’u son kez göreceğimi hissediyordum, -halen de aynı hissediyorum-. “Hayatımda, daha sonra uzunca değinmek istediğim bazı önemli güncellemeler olacak gibi…” yazmışım, o güncellemeler yazımdan iki ay sonra geldi. Güzel ülkenin artık gerileme evresinden çok daha kötü bir evreye geçtiğini düşündüğümüz için, ayrılma kararı aldık. Eşim ve iki kedimizle beraber, hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak yakın bir yere; kırık dökük ama yeşil sokakları, düşük nüfusu ve mutlu insanlarıyla nispeten çocukluğumun, doksanların Türkiye’sine benzettiğim Atina’ya yerleştik.

Bu yıl yapılacak olan seçimlerde her şeyin çok güzel olacağına inanan o kadar çok insan var ki, “neden?” diye soruyor herkes, “neden? ve neden şimdi?” ya da “mücadele etmek varken kaçmak neden?”. Bu hesaplaşmaları kendimle çok yaptığım için, artık başkalarına açıklama isteği duymaktan çok uzaklaştım. Yalnızca, bir zamanlar her şeyin çok güzel olacağını düşünürken neden bu kadar ters bir noktaya dönüştüğüme küçük bir metaforla değinmek istiyorum. İyilik ve kötülüğü düşündüm hep… Kötü dediklerimize baktığım zaman, tüm kötülükleri yaptıklarını gördüm. Artık onlardan iyilik bekleyemez oldum. Sonra dönüp, onların karşısında olduğunu söyleyen ve biz iyiyiz diyenlere baktım. Hiçbir iyilik yapmadıklarını gördüm. Bence kötülük sorun değil; şeytan her zaman olacak ve kötülük yapmaya devam edecek. Sorun, şeytanın karşısında olduğunu iddia edenlerin kötülüğe karşı ne yaptığı… Eğer hiçbir şey yapmıyorlarsa, onların da küçük birer zebani olduklarını ve şeytanla aynı cehennem için mücadele verdiklerini anlamak gerek.

Taşınmamızın üzerinden bir yıldan fazla bir zaman geçti. Bu zamanın neredeyse tamamında, yapmak istediklerimiz için düzen kurmakla uğraştık. Hayatımın en yoğun dönemiydi diyebilirim. Bir yandan yapılacak işlerle uğraşıyor bir yandan da kendi yaşamımızdan ödün vermeye çalışıyorduk. Bu ödün vermeme kısmı, genel olarak bu yazının içeriğini oluşturacak. Bugünlerde nispeten işlerimizi tamamladığımız için yeniden okumaya ve yazmaya dönebildim. Daha sonra ayrıntılı olarak yazmak istediğim gezilerimizden, konserlerden, izlediklerimizden ve ıvır zıvırdan aklıma ilk gelenleri kısa kısa paylaşmak istiyorum. Bu kez yazıyı görselleştirmek yerine, kısa tutmak için biraz düz bir formatta yazacağım.

Genel olarak sosyal medya kullanmayı bırakmış olsam da, Instagram’ı yalnızca bir şeyler paylaşmak için aktif olarak kullanıyorum. Hem kendim için bir fotoğraf albümü oluşturuyor hem de meraklısı için gezdiğim yerlerden ya da konser gibi etkinliklerden bir şeyler paylaşıyorum. Bu yüzden, yazıyı siz görselleştirmek isterseniz Instagram hesabımı ziyaret edebilirsiniz.


Seyahatler

Avrupa’da olmanın en güzel yanı, fırsat buldukça başka yerlere kolayca seyahat ediyor olabilmemiz sanırım. Takip ettiğinizde ucuz uçak bileti yakalayabiliyorsunuz. Gerçi, Rusya-Ukrayna Savaşı başladığından beri her şey gibi uçak biletleri de zamlandı ama yine de bulunmuyor değil. Gezi notlarımı uzun uzun paylaşmak için can atıyorum ama bu yazımda kısa kısa bile yazamayacağım kadar çok yer birikti. Yunanistan içerisinde Atina’yı saymazsam Girit, Selanik, Kavala, İskeçe ve Milos; Yunanistan dışında ise Roma, Vatikan, Viyana, Budapeşte, Venedik, Bergamo, Milano ve Lizbon şimdilik gezdiğimiz yerler.

Bu şehirler arasında beni en çok etkileyen Budapeşte oldu diyebilirim. İlk fırsatta tekrar gidip uzunca vakit geçirmek istediğim şehir, uzun vadede de yaşamak isteyebileceğim bir yer. Budapeşte haricinde, sokaklarında sürekli kokteyl içerek dolaşmayı sevdiğim Venedik ve özellikle gördüğüm en ucuz market fiyatlarıyla beni cezbeden Lizbon da sevdiğim yerler arasındaydı.

Konserler

Pandemiden önce, Kaş’ta geçirdiğim sürede konserlerden uzak kalmıştım. Pandemi döneminde de müzikten uzak kalmanın acısı kat ve kat arttı. Pandemi sonrası ilk yıl diyebileceğimiz 2022’de Atina’daki konser takvimini görünce oldukça mutlu oldum. Eşimle beraber, Atina’da geçirdiğimiz yoğun günlerin gecelerini kendimize ayırmak istedik ve biraz onun istediği biraz benim istediğim birçok etkinliğe bilet aldık.

Efterklang ile açtığımız konser sezonunda özellikle Release Athens Festivali kapsamında birçok konsere gittik. Parov Stelar, Nick Cave, Mogwai, LondonGrammar, LP, Hooverphonic festivalde dinlediklerimizdi. Atina’nın güzel yanlarından birisi, konserlere gelen genç nüfusun azlığı diyebilirim. Festivalde çok erken gidip sıraya girmememize rağmen her seferinde sahne önünde kendimize rahatlıkla yer bulabildik. Festival haricinde şu anda hatırladığım kadarıyla Arap Strap, King Gizzard & the Lizard Wizard, Cigarettes After Sex, Calexico, Goran Bregovic, Patti Smith, Alice Cooper ve Scorpions dinlediklerimiz arasındaydı. Bir İtalya gezimiz sırasında Haggard konserine gitme fırsatı da bulduk. Bu konser ve sonrasında Asis Nasseri ile sohbet etme fırsatı bulmuş olmak benim için ayrıca öeldi.

Çok ısrar etsem de eşim Atina Olimpiyat Stadyumu’ndaki Iron Maiden konserini pek ilgi çekici bulmadığı için gelmedi. Ne kadar yanlış bir karar verdiğini anlaması için, başka bir Maiden konserine gitmeye ikna edebileceğimi umuyorum. Panatletik Stadyum’daki Madrugada konseri ve yılı kapattığım Uriah Heep konseri de yalnız gittiğim konserlerdi. Bu yıl içerisinde de Atina’da güzel konserler olacak. Arctic Monkeys, Nightwish, Steve Vai, God Is An Astronaut dinlemek istediklerimden birkaçı… Bir de Camel’ın 50. yıl turnesini izlemek içi bir yerlere gitme planı yapıyoruz ama bazı sebeplerden dolayı planlarımı henüz netleştiremedik.

2022’den Film Notlarım

Tayland’daki mağara kurtarma olayından uyarlanan Thirteen Lives (2022), geçtiğimiz yıl izlediğim filmler arasında beni en çok etkileyen oldu. Viggo Mortensen ve Colin Farrell’ın başrollerinde olduğu filmin çekimleri o kadar gerçekti ki, izlerken heyecan-gerilim karışımı yoğun bir duygu yaşadım.

Burada yazma fırsatı bulduğum Agnes Varda filmi Les glaneurs et la glaneuse (2000), merakla beklediğim ve pişman olmadığım The Matrix Resurrections (2021), başrolünde Mads Mikkelsen’in oynadığı Druk (2020) Guy Ritchie filmi Lock, Stock and Two Smoking Barrels (1998) ve neden daha önce izlemediğimi sorguladığım Good Will Hunting (1997), geçtiğimiz yıl izleyip beğendiğim diğer filmler diyebilirim.

Beğendiğim birçok film var tabii ama bunlardan da bazılarını özellikle belirtmek istiyorum. Merakla beklediğim ancak beğenmediğim, sonrasında da bir balon olarak yükselen ve atmosferi aşan Dune: Part One (2021) bunların başında geliyor. Babylon (2022), iyi bir kadroyla çekilen kötü bir film olarak üniversitelerde okutulabilir. Marvel, Avengers: Endgame (2019) ile zirvene ulaştıktan sonra hızla inişe geçti, geçtiğimiz yıl çıkan tüm filmler genel olarak kötüydü. Kenneth Branagh, umut vadeden Murder on the Orient Express (2017)‘in ardından Death on the Nile (2022) ile tam bir hayal kırıklığı yarattı, film fiyaskoydu.

2022’den Kitap Notlarım

Geçtiğimiz yıl, son on yıl içerisinde en az okuduğum sene olabilir. Yazarına ithafen Viyana’da başladığım ve yılın ilk günlerinde, dönüş yolculuğunda bitirdiğim Tanrısız Gençlik‘i oldukça beğendim. Aisopos’un Masallar‘ı da, Atina’ya yerleştikten sonra, yeni evimizde okuyup beğendiğim ilk kitaplardandı. Bu ikisini o dönemde burada yazma fırsatı bulmuştum.

Yılın ilerleyen zamanlarında Jules Verne‘in Modern Klasikler Dizisi içerisinden çıkan yeni kitaplarını okudum. Henüz buraya aktarma fırsatı bulamasam da, yıllar sonra tekrar okuduğum Denizler Altında 20.000 Fersah en beğendiğim eseriydi. Yine aynı dizi içerisinde çıkan eserlerini okuyarak çok merak ettiğim yazar Panait Istrati ile tanıştım. Baragan’nın Dikenleri, Mihail ve Kira Karalina okuduğum eserleriydi. İlk ikisini pek beğenmesem de, Kira Karalina oldukça güzeldi. Günübirlik Hayatlar sayesinde de Irvin D. Yalom ile tanıştım. Oldukça beğendiğim bu kitap sonrasında yazarın diğer eserlerini de okuma listeme aldım.

Bunlar haricinde fırsat buldukça, düzenli olarak dünya tarihi okumaları yapıyorum. Umberto Eco‘nun Antik Yakındoğu’su bir süredir elimden düşmeyen kitaplardan diyebilirim.

Şu Sıralar…

Uzun bir aradan sonra, evde vakit geçirebilmenin keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Neredeyse iki yıl önce başladığım, yavaş ve emin adımlarla ilerlediğim dünya tarihi okumalarımı sürdürüyorum. Şu sıralar yeniden başa sardım ve Antik Yakındoğu’ya dair çapraz okumalar yapıyorum.

Geçtiğimiz yıl Atina Üniversitesi’nde dil kursuna giderek Yunanca öğrenmeye dair ilk adımları tamamlamıştık. Yoğunluk sebebiyle kursa devam edemedik ama ben fırsat buldukça ufak ufak çalışmaya devam ediyorum. Rahatça okuyup yazabiliyor olmam, tarih okurken de büyük fayda sağlıyor. Karşılaştığım terimler, isimlendirmeler ve diğer başka kelimelerin Yunanca olduğunu sezebilmem ve etimolojilerine bakarak Yunancada yeni kelimeler öğrenmem hobim gibi oldu.

Bunlar haricinde de tabii ki çeşitli işlerimle uğraşmaya çalışıyorum. Bir yandan henüz web sitesini bile tamamlamaya fırsat bulamadığım projem Webrandizer üzerinden işini internete taşımak isteyenlere hizmet veriyorum. Bir yandan da yine internet işlerimle paralel olarak, şu sıralar yapay zeka içeriklerine yoğunlaşmayı planlıyorum.

Bunlar haricinde canım sıkıldığında çıkıp rahatça yürüyebiliyor olmak, en çok hoşuma giden şey. Türkiye’de geçirdiğimiz son yılımızda, 5dk uzaklıktaki markete gitmek konusunda bile isteksizlik yaşıyordum. Kalabalık ve insanların kabalığı beni tüketmişti. Eskiden eğlenmek için Anadolu yakasından kalkıp gittiğimiz İstiklal Caddesi, Nevizade gibi yerlere yakın oturmama rağmen yanlarına bile yaklaşmak istemiyorum. Burada ise, akşam üzeri Monastiraki’ye yürüyüp neşeli müzik seslerini duymak ve oradan Akropolis’in gölgesi altındaki Plaka’da yürüyüş yapmak beni sürekli cezbediyor…

Bu, normal formatımın dışındaki Kısa Kısa şimdilik bu kadar olsun. Kısa bir süre sonra, bir sonrakinde yeniden formata dönebilmeyi umuyorum. O zamana kadar dinlemeniz için size söz ve müziği Mikis Theodorakis‘e ait olan , sevdiğim bir Grigoris Bithikots şarkısı bırakıyorum.

Bir Cevap Yazın